Eleştirmenin Not Defteri

14 Şubat 2015 Cumartesi

İÇİMDEKİ SES

Kaçan balık büyük olmuş!

Güzel bir romantik komedi fikrini, daha çok ve farklı izleyici gruplarını çekmek adına heba etmiş Engin Günaydın...  

Her ülkede tutan türden filmlere bir yönelme olur ama bizdeki durum özellikle gişe filmleri açısından, tam bir keşmekeşe dönüşmüş durumda. Bir tarafta islami korku filmleri, diğer tarafta sulu sepken abuk sabuk isimli komedi filmleri... Arada bir de sırtını Yeşilçam'a dayamaya çalışan ama onlardan çok daha korkak (muhafazakar) ve (kadınlar tarafından yazılsalar bile) ataerkil romantik filmler...
Engin Günaydın’ın senaryosunu yazıp başrolünde olduğu “İçimdeki Ses”, bir sürü hatalı kararına rağmen bu toplam içerisinde ortalamanın üzerinde sayılabilecek bir komedi filmi olarak başlıyor hikayesine. 
Bir dizi senaristi olan Selim (Engin Günaydın), doğru düzgün bir ilişki yaşamamış, yalnız, özgüven sorunlarıyla cebelleşen bir adam. Bir spor salonunda Ayşıl adlı dünya güzeli, 'üst lig'den bir kızla tanışıyor (eski Türkiye güzeli Leyla Lydia Tuğutlu). Ayşıl, Selim’in yazdıklarından, kirpiklerinden (!) ve onu tanıdıkça da kişiliğinden çok etkileniyor. Yani bir ‘güzel ve çirkin’ komedisi gibi başlıyor her şey... Keşke hikaye bundan sonra Selim’in bu güzel kızı elinde tutabilmek için verdiği mücadeleye odaklansaymış... Film hikayenin en çok bu tarafıyla güldürüyor. Ama sonra senaryo bu damardan yürümek yerine Selim’in annesinin dahil olduğu yeni bir 'aks'a geçiyor. Ayşıl, Selim’in umreden yeni dönmüş annesine kendisini sevdirmeye çalışıyor. Bu sahneler maalesef daha kolaycı bir komedi anlayışına yelken açtırıyor filme. Uzun uzun hikayeye hiç hizmet etmeyen bir termal komedisi bölümü hikayeyi resmen bölüyor. Bu sahnelerde düzenbaz bir tur rehberinin Selim'in annesi ve arkadaşlarını nasıl da dolandırmak üzereyken Ayşıl'ın olaya el koyuşunu izliyoruz. Komik şakalar var ama biz başka bir şey izliyorduk!
Araya ‘hoşluk’ olsun diye giren Sırrı Süreyya Önder sahnesinden sonra ise hikayenin üçüncü ayağı başlıyor: Ayşıl’ın giderek Selim’in çok anlaştığı annesine benzemesi! Selim bu noktadan sonra o aşık olduğu mükemmel kızın nasıl da giderek annesine benzediğini ve buna karşılık kendisinin de babasına dönüştüğünü anlatmaya başlıyor. 
Romantik komedi formüllerinin vazgeçilmezi 'yakın arkadaş' kontenjanında izlediğimiz Ersin Korkut'un da belli sahnelerde katkısı mevcut ama 'Yılmaz Erdoğan benzerliği' esprisi fazla tekrar ediliyor -ki benzetmek de pek mümkün değil bence...
Maalesef Engin Günaydın çok iyi başlattığı hikayeyi kendi elleriyle safha safha öldürüyor. Üzerine apar topar bir finalle de tuz biber ekiyor. "Vavien" gibi bir senaryoya imza atmış bir kalemden hiç beklenmeyecek hamleler bunlar. 
Ama yine de “İçimdeki Ses”, bir sürü işlevsiz komedinin arasında bazen oldukça komik bazen de cesur sahneleriyle, Engin Günaydın’ın sempatisi, Leyla Lydia Tuğutlu’nun güzelliği ve ümit veren oyunculuğu ile belli bir ilgiyi hakediyor.     

2,5 / 5 

İçimdeki Ses

Yönetmen: Çağrı Bayrak
Oyuncular: Engin Günaydın, Leyla Lydia Tuğutlu, Füsun Demirel, Ersin Korkut, Hamdi Kahraman

GRİNİN ELLİ TONU

Ticaretin 50 Tonu!

Kadınların, ‘sırları olan bir erkeğin gizemini çözen kadın’ hikayelerine olan zaafını kullanan pek çok roman dizisi var. “Alacakaranlık” (Twilight) bunlardan biriydi ve daha çok ergenleri hedef alıyordu. “Grinin Elli Tonu” kitapları da aynı numarayı yetişkin kadınlar üzerine uyguladı ve büyük ilgi gördü.  
Zaten bir "fanfiction"mış. Yani Yazar olmayan bir kadın tarafından -ve diğer bazı "Alacakaranlık" fan'larının da katkılarıyla- oluşturulmuş bir hikaye. Üç kitaptan oluşan seriyi okuyanlar bu romanların hiçbir edebi niteliği olmayan, mısır patlağı gibi çok ve çabuk tüketilen 'zevksiz' romanlar olduklarını söylemekteler. Hollywood da bu tüketime cilalı film uyarlamalarıyla katılıp kendine pay çıkarmakta her zamanki gibi...
Bu tür 'bestseller' romanlarda anlatılan hikayeler daha önce defalarca anlatılmış ve bazıları klasik olmuş hikayelerin kötü birer kopyaları aslında. Nitekim “Grinin Elli Tonu”nun hikayesi de özellikle benim kuşağımın çok iyi bildiği “O’nun Hikayesi”, “Emmanuelle” filmlerinde hatta “Dokuzbuçuk Hafta” ve “Sekreter” gibi filmlerle de izlediğimiz bir hikayeyi yineliyor. 
“Alacakaranlık”taki Bella’dan bir tık daha nitelikli özellikleri olan (bu iyi bir şey), kolejden yeni mezun olmuş Anastasia (Ana), gizemli sırlara sahip Christian Grey adlı zengin bir iş adamının hayatına dahil oluyor. Christian sık sık romantik değilim ben diyor, öyle normal çiftler gibi sevişme sevmem, yemeğe götürmem filan diyor. Ana yine de onu istiyor, bir süre ‘normalleştirmeye’ de çalışıyor. Ama zaten adam da yapmam dediği her şeyi –bir süre surat assa da- yapıyor! Ana’yı her gördüğünde bol bol öpüyor, sık sık helikoptere, planöre filan bindirerek uçuruyor, araba, bilgisayar alıyor, aile yemeğine götürüyor vs. Evet, bazen bir emretme huyu da var (!) ve zevkine göre döşediği bir ‘oyun odası’na da sokmaya çalışıyor onu sürekli! Oyun odasında ne mi var? Kırbaçlar, kelepçeler, sopalar, askılar, kablolar, ipler, dildolar ne ararsan var. Christian kızın önüne bir de sözleşme koyuyor. Sözleşme bir kölelik anlaşması gibi. Ancak bu bir Hollywood filmi ve kitlenin o kadar da ürkütülmemesi gerek. Christian’ın önceki 15 kadınlı sado-mazo geçmişi, zenginliği, dominantlığı filan Ana’nın alt dudağını ısırmasıyla bertaraf oluyor adeta! Yine de Ana teslim bayrağını çekiyor bir süreliğine... Doğrusu birkaç şaplak dışında pek de bir şey görmedik malum sahnelerde. Dozun artıp artmayacağını ikinci, üçüncü filmde göreceğiz artık.. Oysa farklı temada da olsa mesela bir “Temel İçgüdü” daha cesurdu erotizm anlamında. 
Ana’nın Christian ile tanıştığı sahnedeki eğretilik konu ilerledikçe biraz düzelse de genel olarak tekdüze ve ‘kuru’ bir film “Grinin Elli Tonu”. 80’lerin kült polisiyesi “Miami Vice”ın maço polisi Don Johnson’ın kızı olan Dakota Johnson güzel ama çok etkileyici değil. Belli ki tacizle dolu bir geçmişi olan Christian Grey’i oynayan Jamie Dornan da hiç güven vermeyen, güldüğü zaman bile samimi görünemeyen bir ifadeye sahip çoğunlukla. Filmin dramatik yapısında da çokça sorun var. Gizemli olmak demek, bir öyle bir böyle, dengesiz olmak demek değildir. 
 "Grinin Elli Tonu"nun Türkiye'de kadına şiddetin tepe noktasında yaşandığı bir zamanda gösterime girmesi de tuhaf oldu doğrusu... Filmin bu anlamda 'özendirici' bir etkisi yok aslında. Ancak bizde cinsel açlık içinde büyüyen cinsiyetçi erkeklerin yine de yanlış anlayabileceği bir hikayesi de yok değil bütün üçlemenin... 2/5   

Grinin Elli Tonu (Fifty Shades of Grey)
Yönetmen: Sam Taylor-Johnson
Oyuncular: Dakota Johnson, Jamie Dornan, Jennifer Ehle, Eloise Mumford, Victor Rasuk, Marcia Gay Harden
125 dakika